Asrevya
Paylaşımcı Üye
- Katılım
- 30 Eyl 2023
- Mesajlar
- 1,532
- Tepki
- 43
buz tutmuş türkülerin dilinden damlıyorum; ben hep yabancıyım, nereye gitsem yabancı
dediğim güz başka, eylül başka, havada dolaşan bulutun tadı başka
bilmiyorsun, kaç gece namludan baktım göğe; senden bittim,
senden son uçurumundan düştüm derinlere, ‘pat’ diye
kuru bir yaprak gibi çatladı yanlarım, seni aramıyorum uzun zamandır
seni yabancı topraklarda yabancılaştığım kendimde bile aramıyorum artık
bulduğum yerde yitirdiğim, yitirdiğim yerde bulacağım, bile bile kuytusunda
gizli ölümlere mezar kazıyorum
en’inde piramidin dalgalanıyorum, şlapp... şlapp...
ellerim havalanıp yüzüme tokat gibi iniyor
gidemediğim yerlerin hasretiyle boyadım seni,
girmek isteyip giremediğim sırların giziyle
sırça saraylara, elyazma evraklara kilitledim seni; boğazımda bıçak sancısı
kanadıkça yanıyorum, bundan sonrası hep bu sancı, ötesi silikleşecek
her habbede medet umarak, gözlerimi geceye kapatıyorum
sus ebede kadar, sus ebedden de öteye kadar; ne sesini duymak dileğim
ne sessizliğini... yok olmak mümkünse eğer, hiç olmamış gibi ol diliyorum
bilmiyorsun içimdeki sancının kanayan yarasının derinliğini
sen ‘ol’ dediğin an olsun diyenlerdensin, kendini insanlıktan çıkarmanın bedeli
mor kadar sıcak mıdır? bu kadar az olma, bu kadar az olup tükenme
kimse bir cesaret altın halatlarla uzanamaz sana, ben hem var hem yok arası
serzenişlerde, bir metamorfoz öncesi aşk’ına ok saplayan divaneyim
ey’leme beni, artık hiçbir ey’ine dönmeyeceğim kararan yüzümü
seni her sabah suskun uyandırışımda bıraksaydım bu kadar yok olmayacak
bu kadar tiz’leşmeyecektin
ne bir çınarım yıkılışım dört bir yandan görünsün, ne bir kasırgayım
savururşum dört yanı dağıtsın, ne bir afet, ne bir güneş, ne bir... ne bir... ne bir...
dünya içinde kaybolduğumu seziyorken dünya, gözlerinin parlaklığının farkındayım
bu kadar büyük bir hapisanede bile daralıyorum, öylece yükseliyorum yukarılara
oradan yıldız toplayıp heybeme atacağım, göktaşlarıyla oynarken biri elimden uçup
dünyaya doğru havalanacak belki, belki senin olduğun bir alana yönelecek
sen korkuyu yerleştirip bakışlarına, kaçacak yer arayacaksın küçük bedenine
bulamayacaksın... bulamayacaksın
postallarını çıkarmadığın yaz sıcağında terleyeceksin, alnından düşen damlaların
gümbürtüsü sallayacak zemini, her hâlinden endişeye kapılacak
yüreğine ‘dursun artık’ istemleriyle bakacaksın, nafile... nafile...
bir kere başladın mı artık ‘bitmek’ denen kayboluyor, sürekli başlıyorsun, sürekli
ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana
dursa ne çıkar, başladı ve bitmeyecek, yön değiştirecek, görüntü değiştirecek,
isim değiştirecek, renk... mekan... dil... ama bitmeyecek hiç
her şeye bir sözünüz vardı, ben ne kadar her şeye susuyorsam
siz o kadar her şeye çok tanıdıkmışsınız gibi görünüyordunuz, bilmediğimdendi
susuşum, parmağına büyük gelen kara taş yüzüğün büyüklüğünden utandığım
kimin aklına gelirdi,
kim bendeki benden başka bir ben oluşturmadan beni kabul etmeyi ta baştan kendine
söylemişti
kış kadar dayanılmazdı zaman, kitap raflarında aradığım asıl bulmak istediğimdi
kış önümü kesmeyi sevdi hep, bir cümle yeterdi ısıtmaya içimi, içim kedi kadar mır’layan
bir sevgi düşkünüydü, ‘hep olmayacakları mı ister insan, hep olmayacağa mı yönlendirir yoksa olayları’
takvim kağıdından damladılar ellerime, onları alıp yüzüme sürdüm
şimdi yabancı takvimlerle sarılıyım, okuduğumda anlamadığım kelimelerle dolu
damlıyorlar belki, parmaklarımın arasından kayıp gidiyorlar mazgallara
buralarda çok mazgal var
buralarda üstü açık çok mazgal var
bir gece birisinin içinde kırılacağım, ‘çat’ diye
ritmik tik tak’larımı duyurmak çabasından çok uzaklaştım, benim tik tak’larım
benim tik tak’larım
hepsini mora boyayıp, boynuma astım; tik tak... tik tak... tik tak...
bunlar eylülün dansından geri kalanlar
ver elini Şiraze, aşk’ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp açalım içimizdeki tüm gereksiz
kuşkuları, kanat takıp uçsunlar
ben cebimden bilyelerimi çıkarayım, sen cebinden topacını çıkar
bir hacıyatmaz yerden yere savursun kendini
ver elini Şiraze, ‘her şey iyi olacak’ diye diye yolu yarıladık bak
hiç çocuk olmamışım gibi geliyor bana, hepsi bir rüyaydı başladı bitti havasında
unuttuklarımı bir bilsen, hatırladıkça yeniden doğuyorum pırıl pırıl gökte
gök bana beşik Şiraze, bir ucu bir ucuna erişmeyen bir beşik...
salla beni, gözlerime çöken uykunun tadına bakayım, hiçbir tam değil Şiraze
hiçbir sona götürmüyor Şiraze...
Ş İ R A Z E
dediğim güz başka, eylül başka, havada dolaşan bulutun tadı başka
bilmiyorsun, kaç gece namludan baktım göğe; senden bittim,
senden son uçurumundan düştüm derinlere, ‘pat’ diye
kuru bir yaprak gibi çatladı yanlarım, seni aramıyorum uzun zamandır
seni yabancı topraklarda yabancılaştığım kendimde bile aramıyorum artık
bulduğum yerde yitirdiğim, yitirdiğim yerde bulacağım, bile bile kuytusunda
gizli ölümlere mezar kazıyorum
en’inde piramidin dalgalanıyorum, şlapp... şlapp...
ellerim havalanıp yüzüme tokat gibi iniyor
gidemediğim yerlerin hasretiyle boyadım seni,
girmek isteyip giremediğim sırların giziyle
sırça saraylara, elyazma evraklara kilitledim seni; boğazımda bıçak sancısı
kanadıkça yanıyorum, bundan sonrası hep bu sancı, ötesi silikleşecek
her habbede medet umarak, gözlerimi geceye kapatıyorum
sus ebede kadar, sus ebedden de öteye kadar; ne sesini duymak dileğim
ne sessizliğini... yok olmak mümkünse eğer, hiç olmamış gibi ol diliyorum
bilmiyorsun içimdeki sancının kanayan yarasının derinliğini
sen ‘ol’ dediğin an olsun diyenlerdensin, kendini insanlıktan çıkarmanın bedeli
mor kadar sıcak mıdır? bu kadar az olma, bu kadar az olup tükenme
kimse bir cesaret altın halatlarla uzanamaz sana, ben hem var hem yok arası
serzenişlerde, bir metamorfoz öncesi aşk’ına ok saplayan divaneyim
ey’leme beni, artık hiçbir ey’ine dönmeyeceğim kararan yüzümü
seni her sabah suskun uyandırışımda bıraksaydım bu kadar yok olmayacak
bu kadar tiz’leşmeyecektin
ne bir çınarım yıkılışım dört bir yandan görünsün, ne bir kasırgayım
savururşum dört yanı dağıtsın, ne bir afet, ne bir güneş, ne bir... ne bir... ne bir...
dünya içinde kaybolduğumu seziyorken dünya, gözlerinin parlaklığının farkındayım
bu kadar büyük bir hapisanede bile daralıyorum, öylece yükseliyorum yukarılara
oradan yıldız toplayıp heybeme atacağım, göktaşlarıyla oynarken biri elimden uçup
dünyaya doğru havalanacak belki, belki senin olduğun bir alana yönelecek
sen korkuyu yerleştirip bakışlarına, kaçacak yer arayacaksın küçük bedenine
bulamayacaksın... bulamayacaksın
postallarını çıkarmadığın yaz sıcağında terleyeceksin, alnından düşen damlaların
gümbürtüsü sallayacak zemini, her hâlinden endişeye kapılacak
yüreğine ‘dursun artık’ istemleriyle bakacaksın, nafile... nafile...
bir kere başladın mı artık ‘bitmek’ denen kayboluyor, sürekli başlıyorsun, sürekli
ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana
dursa ne çıkar, başladı ve bitmeyecek, yön değiştirecek, görüntü değiştirecek,
isim değiştirecek, renk... mekan... dil... ama bitmeyecek hiç
her şeye bir sözünüz vardı, ben ne kadar her şeye susuyorsam
siz o kadar her şeye çok tanıdıkmışsınız gibi görünüyordunuz, bilmediğimdendi
susuşum, parmağına büyük gelen kara taş yüzüğün büyüklüğünden utandığım
kimin aklına gelirdi,
kim bendeki benden başka bir ben oluşturmadan beni kabul etmeyi ta baştan kendine
söylemişti
kış kadar dayanılmazdı zaman, kitap raflarında aradığım asıl bulmak istediğimdi
kış önümü kesmeyi sevdi hep, bir cümle yeterdi ısıtmaya içimi, içim kedi kadar mır’layan
bir sevgi düşkünüydü, ‘hep olmayacakları mı ister insan, hep olmayacağa mı yönlendirir yoksa olayları’
takvim kağıdından damladılar ellerime, onları alıp yüzüme sürdüm
şimdi yabancı takvimlerle sarılıyım, okuduğumda anlamadığım kelimelerle dolu
damlıyorlar belki, parmaklarımın arasından kayıp gidiyorlar mazgallara
buralarda çok mazgal var
buralarda üstü açık çok mazgal var
bir gece birisinin içinde kırılacağım, ‘çat’ diye
ritmik tik tak’larımı duyurmak çabasından çok uzaklaştım, benim tik tak’larım
benim tik tak’larım
hepsini mora boyayıp, boynuma astım; tik tak... tik tak... tik tak...
bunlar eylülün dansından geri kalanlar
ver elini Şiraze, aşk’ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp açalım içimizdeki tüm gereksiz
kuşkuları, kanat takıp uçsunlar
ben cebimden bilyelerimi çıkarayım, sen cebinden topacını çıkar
bir hacıyatmaz yerden yere savursun kendini
ver elini Şiraze, ‘her şey iyi olacak’ diye diye yolu yarıladık bak
hiç çocuk olmamışım gibi geliyor bana, hepsi bir rüyaydı başladı bitti havasında
unuttuklarımı bir bilsen, hatırladıkça yeniden doğuyorum pırıl pırıl gökte
gök bana beşik Şiraze, bir ucu bir ucuna erişmeyen bir beşik...
salla beni, gözlerime çöken uykunun tadına bakayım, hiçbir tam değil Şiraze
hiçbir sona götürmüyor Şiraze...
Ş İ R A Z E