Allah Ehline Niçin Büyük İbtilâlar Veriliyor?

Asrevya

Paylaşımcı Üye
Katılım
30 Eyl 2023
Mesajlar
1,532
Tepki
43
Sen O’nu sevdiğini iddia ettiğin için. Senin O’na karşı sevgi dereceni sana göstermek için.
Bir genç düşün, sevdiği kız uğruna canını dahi fedâ edebiliyor.
Bir ehl-i dünya ki, dünya kazancı için icabında geceleri uykusuz kalıyor.
Durup dinlenmek bilmeden sağa-sola koşuyor. Topladığı malın mülkün muhafazası için de, canını bile ortaya koyuyor.

Sen Hakk için neyini fedâ ettin? O’nun yolunda nelere katlandın?
Şayet canını dahi veremezsen, değil malını; o zaman bu iddiâdan vazgeç, bu sahada kusurunu itiraf et ve çekil.
Mihnet, meşakkat, eziyetlere tahammül ve kusurları affetmek... Bunlar ancak ehline âit işlerdir.
Hakk’ın sevgilileri niçin bu kadar takip ediliyor, eziyet edilip öldürülmek isteniyor?
Böyle azılı düşmanların yanında niçin bu kadar da sevenleri var? Çünkü onda bir Dürr-i yektâ var, başka hiç kimsede bulunmayan. Sevenler onun için seviyor onu.
Dostu onun için ona âşık.
Düşmanı da onun için ona hased ediyor.
Onlar yaratılışta bir istidat üzerine yaratılmışlardır. Ruhları pek büyük, çok yüksektir, kimsede bulunmaz. Bunlar Allah-u Teâlâ’nın ârifleridir. Bu dürr-i yektâya sahip olanları ehil kimseler hemen tanırlar.
Allah ehli bu dünya âleminde zindan hayatı yaşarlar, gariplik çekerler. Ömürleri mihnet ve şiddetle, gam ve kederle geçer.
“Dünya müminin zindanıdır.” Hadis-i şerif’i bunların hâlini anlatır. (Tirmizi)

Birçok müridler hayatları boyunca Fenâfişşeyh’te kalır. Nasibi varsa Fenâfirrasul’e de Fenâfillâh’a da geçer.
Fenâfişşeyh’te tâlim ve terbiye görüp nefsini tezkiye edecek ki, varlığını ifnâ edebilsin. Fenâfişşeyh oluncaya kadar sülûk yolunda bir mürid birçok terakkiler seyreder.
Allah-u Teâlâ her terakki yolunun üzerine bir ibtilâ engeli koymuştur. O engeli aşabilen, oradaki mükâfata nâil olur.
Bu ibtilâlar bazen canla, bazen de malla olur. Akla-hayale gelmeyecek ibtilâlar gelebilir. Bu ibtilâyı, bu engeli aşamazsa terakkî edemez.
Anlatılamayacak kadar, tasavvura sığmayan ibtilâ dalgalarını ancak mürşidine karşı göstereceği teslimiyet, sevgi, saygı, hürmet sebebi ile aşabilir.
Bir müridde bu haller olacak ki mürşid ona himmet etsin. Başka türlü himmete nâil olamaz.
Mürşidin himmetiyle, müridin de azim ve gayretiyle, ihlâsı ve ubudiyeti ile hem en ağır ibtilâları geçer, hem de tecelliyât-ı ilâhî’ye nâil olur. Anlatılmayacak kadar ibtilâ, anlatılmayacak kadar tasavvurun haricinde gizli tecelliyât başlar.
Öyle esrarlar bildirirler ki, meselâ karınca bir havuza düştüğü zaman bir deryaya düştüğünü zannettiği gibi, mürid de bu tecelliyâtların içine girdiği zaman, mânen deryada yüzdüğünü zanneder. Herşeyi bildiğini, melekler âleminin sırlarına vâkıf olduğunu sanır.
Bu tecelliyâtlar o kadar devam eder ki, mektebin her sınıfının dersi ve tecelliyâtı ayrı ayrıdır. Bir sınıf bitince ikinci tecelliyâtı koyarlar ve dersi değişmiş olur.
Artık onun ibtilâsı değişir, zikri değişir.
Bu hâller Fenâfişşeyh’e erinceye kadar devam eder.
Fenâfişşeyh’e vardığında fâni olur. Daha önce kendisinin bir fazilet sahibi olduğunu, birşeyler bildiğini, birşeyler gördüğünü sandığı gibi, perde aralanınca aslını görür.
Meğer bir damla kerih sudan ibaret imiş, bildikleri zandan ibaret imiş.

Fakir der ki:
“Tasavvuf nedir?
Bir ilim-irfan mektebidir, alınmakla girilir.
Hülâsâ mânâsı nedir?
Koca bir adam olarak girdim, zerre hakir olduğumu bildim.”
Seyr-ü sülûke çıkanlar ancak ve ancak imtihandan sonra mahviyete inerler ve sülûke devam ederler.
Bu hakikat, Fenâfişşeyh’te yok olduğu zaman, Râbıta sayesinde bilinir.
Fenâfirrasul’de murakabalar sayesinde yokluğunu yok eder.
Fenâfillah’ta ise gerçekten hiç olduğunu anlar. O hiçlikten sonra ikinci bir varlığın husule gelmesi mümkün değildir.
Bir tohum yer altında bulunarak büyüyüp kemâl bulduğu, yavaş yavaş bitki olduğu gibi; bir derviş de ayak altında yavaş yavaş tekâmül eder. Çünkü derviş demek, kapı eşiği demektir.
Boynunu eğmiş, başını top etmiş, her ibtilâya tahammül ediyor. Hiç şüphe yok ki tekâmüliyet pişmekle kaimdir.
Bunu da pişirecek şey ibtilâdır.
Onun içindir ki sabırla, sükut ile, ihlâs adımlarını yavaş yavaş atarak onu merdivenden çıkarırlar.
Allah-u Teâlâ lütfunu ibtilânın içine koyuyor. O ibtilâyı hazmedersen, o lütfa mazhar olursun.
Allah-u Teâlâ sana vurur, verir. Amma mükâfatı ile beraber verir. İbtilâsız hiçbir şey verilmez.
Merdiveni çıkmak isteyen ibtilâlara hazır olsun, kendisini gelecek ibtilâlara hazırlasın.
Tarikat-ı aliye’de ibtilâ gıda gibidir.
Çiçeklerin en güzeli güldür, onun da dikeni vardır. Onun için hakikat yolu ibtilâlıdır, fakat en tatlısı da o ibtilâdır.

Görünüşte ibtilâ acıdır, tatlı oluşunun sebebi nedir?
İbtilâ ile nefis ölür, ruh dirilir. İbtilâ içinde bulunan insan gariptir.
Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsi’de:
“Ben kalpleri kırık olanların yanındayım.” buyuruyor. (Tirmizi)
İbtilâ sebebi ile çok ağlama olur. Çok ağlayanları da Allah-u Teâlâ çok sever.
Cam su ile temizlenir, gönül kirini gözyaşı siler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kalbi mahzun olanları şüphesiz ki Allah sever.” (Münâvî)

Fakat biz insanlar hiç ağlamak istemeyiz. Hep neşelenmek isteriz. Çünkü nefsimiz öyle ister.
“Rahat arayayım.” demek hatadır, çünkü dünya yaşama yeri değildir.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında hasır üzerinde uyumuşlardı. Uykudan kalktığında, hasırın vücudunda iz bıraktığı görüldü.
Bunun üzerine orada bulunanlar:
“Yâ Resulellah! Sizin için yatak tedarik etsek olmaz mı?” diye sorunca:
“Benim dünya ile ne işim var? Ben, dünyada bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim.” buyurdu. (Tirmizi)
Eğer Allah’ımız bizi rahatlığa bırakırsa bizimle alâkayı kesmiş mânâsı anlaşılır.

Bunun için evliyâullah, ibtilâdan azıcık uzaklaştıkları zaman:
“Acaba ne suç işledik ki Allah-u Teâlâ bizimle alış-verişi kesti?” diye düşünürler.
Hayat dalgalıdır. İnsan bir gün güler, üç gün ağlar.
Bir insan her gün gülüyorsa ondan uzaklaşmak lâzımdır..

Alıntı
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

Benzer konular

Üst