Ağlayabilseydiniz Anlayabilirdiniz

Asrevya

Paylaşımcı Üye
Katılım
30 Eyl 2023
Mesajlar
1,532
Tepki
43
Düşüncelerimizin yanında, duygularımızın da kirletilmeye başlandığı kırık bir zamanda hüzünleniyor insan yaşananlar karşısında. Gülmek uzak bize… Oysa ağlamak bile bize çok görülmeye başlandı. Keşke bilselerdi ağlayabilenlerin ancak anlayabildiğini… Bilmiyorlar, gözden kalbe her daim sudan bir kanal olduğunu ve bizim ona “rahmet gözyaşları” dediğimizi. Onlar anlamazlar ağlamanın hikmetini... Köre renk tarif edilebilir mi hiç ?

Donuklaşmaya başlayan yüreğimizin acı çığlıklarıdır bizi böylesine hüzne boğan. Ya da renk değiştirmeye, yok olmaya başlayan duygularımızın bilinmezliğe uçuşmasıdır yüreğimizi matlaştıran.

Buruk bir mutlulukla, gülücükler dağıtan yanaklarımız ne derece sahici? Günlük hayatta, sirke satan suratımızın resmi bizi ürkütmüyor mu? Ya ağlamayı unutan yüreğimizin tarumar haline ne demeli? Kimyasalların çocukları vurduğu bir zaman diliminde hala gözyaşı dökemeyen taş kalplileri ne yapmalı? Ve ardı sıra beynimizi zonklatan istifhamlar...

Öyle ki artık; “Ağlayacak güçte peygamberler yaşamıyor artık günümüzde.” Rilke’nin dediği gibi. En iyisi, ağlamakla girizgâh yapmalı hayata. Çünkü hüzün dolu sağanak bir yağmurdur ağlamak. Baharla birlikte yüreğimizi mest eden çiçek bahçelerine düşen rahmetten bir parça gizlidir gözyaşlarında. Hüznümüze neşe olacak panzehir ilacı var o gözyaşı deryasında. “Ağlayanları severim ve güzeldir ağlamak denebilir ki

''Bir insan en çok ağlarken güzeldir” diyor İlhami ÇİÇEK.
Evet, biz ağlayanları severiz. Çünkü ağlamak; sıfatların da ötesinde bir güzellik katar suratımıza. Ağlayan insan güzeldir.

Duygularımızın diline hâkim göz pınarlarımızın berrak sularıdır kaderimizi çizecek olan. Tıpkı saldırıya uğrayarak, mağlubiyeti tattığımız ilk doğuş çığlıklarındaki gizli nedamet gibi. Bizi yanıltan o kahrolası mahlûk olmasaydı, yeryüzü vadisindeki yürüyüşümüz de inkıtaya uğramayacak ve sancılı bakışlardan boşanan pişmanlık deryası da meydana gelmeyecekti o zaman. Ama şimdi tek tesellimiz; Havf ve Reca arasında peyda olan gözyaşlarımız.

Bir feyezan misali kabaran duygularımızı, kelimelerle ifade etme zorluğu, çoğu kez bir damla gözyaşıyla çözülüverir. Ağlarken çağlayan göz pınarlarımız, sonsuz bir felaha dönüşür bir anda. Nisan yağmurları gibi, rahmet saçar dört bir yana. O sıra bazı şeylerin hikmeti, içimizde kendini hissettirmeye başlar:

“Ağlamak... Yalnız gözyaşı dökebilen insan anlayabilir bazı şeylerin hikmetini.”

Varlığımızın şuuruyla çarpan yüreğimizden akan melodiler, şelaleden damlayan hüzün notalarıyla bir kader türküsüne dönüşüverir adeta. Gözümüzden boynumuza sarkan yüreğimizin kader türküsü terennüm eder boylu boyunca. Ve rahmetin hikmeti ılgıt ılgıt tütmeye başlar burnumuzda.

Kazanılan doğrulara bedel olunca gözyaşı; yanlışları doğru olarak yaşama bedbahtlığı da kendiliğinden silinir gider. Böylece eşyanın sırrına vakıf olur, hikmetini daha iyi kavrarız. Tıpkı “Gül Yetiştiren Adam”da dedenin, çocuğa nasihatinin ağlamakla vuzuh kesb etmesi gibi.

“Akmayan gözyaşları kalpte birikirler, kabuk tutarlar ve kirecin çamaşır makinesini tıkaması gibi kalbi tıkayıp felç ederler.” gerçeğini dillendiren Susanna Tamaro da, yüreğinin gittiği yere götürür insanı, ağlamanın bir rahatlama menzili olduğuna işaretle.

Bu yürek seyrinde, çoğu kez duygularımıza yufka mizaçlı bir mihmandar, gözyaşı denizimizdeki yakamozlar oluverir ağlamak. Uzaklara, ta uzaklara dalarken ruhumuzun aynası, bir bir erimeye başlar içimizdeki buzullar. Perdelenen usumuzun ziyası, nur saçar içimize bir anda. Bahar neşesi bahçemizin kapısını çalar sanki. Bir çocuk gibi, içimize sığmayan yüreğimizle sarılırız benliğimize o zaman.

Belki de insanın yalnızlığa boğulduğu bu modern dünyada, tek teselli devasıdır ağlamak. Hayatın zorluklarıyla boğuşurken, insanı onurlandıran kutsal bir aşk, karanlıkta önünü aydınlatan çerağ, hayatı anlamlı kılan eşsiz bir duygu... Ve daha da önemlisi; bunalıma koşan insanlığı, aslına çağıran bir manifestodur ağlamak.

Bazen de insanın içsel dünyasındaki acılarının yanaklardan süzülmesi, hüznün bir anda mutluluğa dönüşmesidir ağlamak. Sevince koşan gözyaşlarının parıldayan ışıltısı çarpar bizi. Karanlıklar aydınlanırken, hüzünle kararan dudaklarımızdan neşe çığlıkları kaplar her tarafı. Acı çehresiyle insana tatlı gelen hayat, artık sevimli bir melektir bundan böyle.

Sağanak yağmurlar altında, farkında olmadığımız bazı hislerin varlığını keşfeder gibi oluruz ağlamakla. Daha önceden varlığını bilmediğimiz bir güce sahip olduğumuzu anlarız. İşte o zaman, alanlardan duygulara kayan savaşın zafer çığlıklarına dönüşür ağlamak. Boşanır, rahatlar, tüy gibi hafifleriz.

"Erkekler ağlar mı diyeceksin
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı
Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum"
(S.Karakoç)

Ya ağlamayanlar! Ya ağlar gibi yapanlar! Oysa “Kalp üzülür, göz yaşarır, biz ancak Rabbimizin razı olduğunu söyleriz.” Biz ancak O’nun için yine O’na karşı ağlarız. Biliriz ki O’nun razı olduğudur ağlamak. Yine biliriz ki; “Ağlamak bile bazı acılarda yetmez.”

Ez-cümle; Ağlayanlar ağlar, ağlamayanlar ağlar gibi yapar. Anlaşılan ağlamak unutuldu, gülmek ise hasret oldu. Yeni bir şafağa doğru, mahmurluğumuzu atacak olan, ihlâsla akan gözyaşlarımız olacaktır.

“Doğrusu, güldüren de ağlatan da O’dur.”


Öyle değil mi?

YUSUF TOSUN

(*Necip Fazıl Kısakürek)
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

Üst