anqeL
Paylaşımcı Üye
- Katılım
- 28 Eyl 2023
- Mesajlar
- 1,115
- Tepki
- 86
Çoğunlukla tulumbacılar ve kabadayılar tarafından açılan, giderek eski aşık kahvelerinin yerini alan sazlı sözlü kahvehaneler.
Bazıları sadece ramazan aylarında açılır ya da sıradan kahvehane iken saz söz konulurdu. Bunlara, “çalgılı kahve” de denilmektir. Semai kahveleri, 20. yy’ın ilk çeyreğine kadar varlığını sürdürmüştür.
Semai kahvesi olarak işletilecek bir tulumbacı kahvesi yeniden düzenlenir, masalar ve iskemleler kaldırılarak yerlerine küçük hasır iskemleler konurdu. Duvarlar çoğu zaman yangın kuleleri, denizkızı, Kız Kulesi, balıkçı kayıkları, bir yangın ve bunları tamamlayan birkaç manzara resmi ile boyanır; kahve tavanına renkli kâğıtlardan güller, zincirler yapılırdı. Bu zincirlerin aralarından, adına “yeni dünya” denilen renkli cilalı yuvarlaklar geçirilerek, tavanın muhtelif yerlerinden sarkıtılırdı. Kahvenin içine girildiğinde ilk göze çarpan duvarlardan birine tulumbanın boru, fener, hortum, baskı kolları, kökün anahtarı ve gümüş kakma işlemeli kamçısından ibaret olan aksamı, yine renkli ve ince kurdelelerle süslenerek bir arma şeklinde düzenlenir: diğer duvarlarla birlikte kahve ocağı da yapma çiçeklerle süslenirdi. Çalgıcılara ait yer ise, çalgı sesinin her taraftan duyulabileceği ön köşelerden birinde hazırlanırdı. Çardak şeklinde ve yüksekçe olan bu yer de birtakım kâğıt çiçeklerle süslenirdi. Çalgıcılar, kalitelerine göre gecelik hesabına göre tutulur, bunlara önceden bir pey verilirdi. Rehine olarak da paydostan sonra çalgılar kahvenin duvarında asılı bırakılırdı.
kahveler Semai Kahvesi NedirRamazan ayında, semai kahvesinde ya da ramazan için çalgılı olarak yeniden düzenlenen herhangi bir kahvede özel bir program uygulanması gelenek haline gelmişti. Ramazanın ilk gecesi teravihten sonra oyun havaları, köçekçeler, şarkılar ve türkülerle açılırdı. Çığırtkan denen bir kişi, kahvenin herhangi bir köşesine önceden hazırladığı bir muamma asar ve ardından semai ya da divan tarzında bir hava okuyarak, ramazan boyunca sürecek olan âlemi başlatırdı. Müşterilere “hoş geldiniz” yollu bir-iki mani söyleyerek çalgılı kahvenin kimin tarafından açıldığını bildirirdi. Çığırtkan aynı zamanda meclisi idare etme görevini de üzerine alırdı.
Semai kahvelerinde en önemli simalar, bazı âşık tarzı türlerini okumakla ün kazanmış söyleyicilerdi ki bunlara “meydan şairi”, “taşlık şairi” de denirdi. Halk, meydan şairlerine büyük ilgi gösterirdi. Bu kişiler, gerçek âşık tipinden farklı vasıflara sahipti. Her şeyden önce herhangi bir çalgı çalmazlardı. Bununla birlikte irticalen söz söyleyebilme kabiliyetine sahip olanlar da vardı. Ayrıca, tulumbacılığa, özenenlerin ya da bu kahvehaneye eskiden beri devam edenlerin hafızalarında bile, yüzlerce çeşitli türde şiirler bulunurdu. Ancak, irticalen söyleyenlerin yanında, “usta malı” şiirler söyleyenlerin pek fazla önemi yoktu. Özellikle hazırlanmadan şiir söyleyenler kendi aralarında karşılıklı söz söylemeye dayanan bir çeşit yarışma yaparlardı ki buna “atışma” denirdi. Semai kahvelerinde meydan şairlerinin atışmaları, gecenin en heyecanlı bölümünü teşkil ederdi. Bu bölümde okuyucular birbirlerini mağlup etmeye çalışır, atışma sonunda mağlup olana “mat oldu” denkti.
Çalgıcıların görevi, öncelikle meydan şairlerinin faslı başlayana kadar, kahveye gelen müşterileri oyalamak ve eğlendirmekti. Kahve dolunca, mani havası ile manilere girilirdi. Maniler, irticalen okunur, zekâ ve beceri dolu sözlerle dinleyiciler zevkli dakikalar geçirirdi. Atışmalar da özellikle manilerle yapılırdı. “Adam aman” sözleriyle okunmaya başlanan maniler, çoğu zaman cinaslı olurdu.
Bir de “leb değmez” ve “noktasız” maniler vardı. Leb değmez okuyanların dudakları birbirine değmez, noktasız şiirde de Arap alfabesine göre noktası olmayan harfler seçilirdi. Önceden içinde dudak değmeyen harfler bulunan kelimelerle oluşturulan ve bir konu üzerinde düzenlenen leb değmez maniler her zaman söylenmez ve her şakin belleğinde de bulunmazdı. Şair bu tür manileri başı sıkıştığı zaman kullanmak üzere saklardı. Leb değmez maniler, “adam aman” yerine “leley-li laleyli” diye dudak değmeyen sözlerle başlardı.
Mani okuyan meydan şairi, maniden sonra semai, divan, koşma, destan gibi türlerden hangisini okumak isterse, parçanın ayağını saz takımından yine mani okuyarak isterdi. Maninin ardından, çoğu zaman koşma okunur, koşmayı semai takip ederdi. Semailer, “Efendim hû” sözleriyle okunmaya başlanır; sevgiliye sızlanma, sevgilinin güzellik ve meziyetlerini övme veya rakibin hicvedilmesi gibi konular bu türde işlenirdi. Sonra genellikle divanlara geçilk, yanık ve âşıkane sözlerle okunan divanları koşma tarzında destanlar takip ederdi. Ardından koşma tarzında okunan yıldızlar ve toplu olarak okunan kalenderiler gelirdi. Bunlardan başka âşık karşılaşmaları da yapılırdı. Saz takımları eğlence boyunca, bazı parçalar çalma yanında, meydan şairlerine de eşlik eder, hazır melodi kalıpları ve özellikle onların ayaklarını (ara nağme) çalarak yol gösterir ve zaman zaman da okuyucuları dinlendirirdi.
Eski “âşık kahvelerimin devamı gibi kabul edilen semai kahvelerine İstanbul’da yaşayan ya da yolu bu şehre düşen “âşıklar” da zaman zaman katılırlar ve bu meclislerde halkı eğlendirmeye çalışırlardı. Semai kahveleriyle tulumbacı kahvelerinde ün kazanan bazı meydan şairleri, eski âşık tarzını sürdüren tiplerdi. Her şeyden önce okudukları türler, okuyuş tarz ve biçimleri, eski âşık tarzının bir kalıntısı ve basitleştirilmiş bir şekliydi. Okuyucuların okuduğu havalar da, çoğunlukla âşık tarzıydı, ancak âşıklar yerine divan, destan, kalenderi, semai vb âşık tarzı türleri okumakla ünlenmiş şahsiyetler ve çöğür, bulgari, beş telli bağlama, altı telli bozuk, yedi telli yanık, tambura vb âşık çalgıları yerine klarnet, zurna, darbuka, dümbelek, zilli maşa, çifte nara gibi gürültülü çalgılarla okuyuculara eşlik eden ve daha çok kalıplaşmış ayaklar çalan çalgıcılar önem taşıyordu.
Gerek tulumbacı şairler ve gerekse semai kahveleri ile tulumbacı kahvelerinin müdavimi olan şairler irticalen okumakla şöhret kazanmış Üsküdarlı Vasıf Hoca (Vasıf Hiç), Mekteb-i Harbiye’den Emin Şah, Üsküdarlı Hakkı, Tıbbiyeli İsmail Hakkı, Haddehane’den Kulaksızlı Mustafa Refik, Defterdarlı Tulumbacı Çiroz Ali, sıbyan taburundan Şerafeddin, Zeytinburnulu Zil İzzet başta geliyordu. Ayrıca Perişan Halil, Kayıkçı İbrahim, Bekçi Ahmed, Arap Şükrü Reis, Galatalı İnce Arap gibi okul görmemiş olanlar da vardı.
Semai, mani, destan okuyanlar arasında Müslüman olmayanlar da vardır. Dolmacı Mihran, Üsküdarlı Karabet, Hanende Aleksan, Lavtacı Kör Civan, Hristo, Saka Karabet, Baladı Andon, Lavtacı Lambo, Balıkçı Agop, Tatavlalı Kör Yani bunlardan birkaçı idi. Bunlar arasında Serkis ile oğlu Mihran, Sarı Onnik, Hasköylü Hampar, Harabat Hacik ile Ovrik Efendi destan okumada sivrilmiş isimlerdir. 19. yy’ın son çeyreğinde yaşamış olan Bîdârî Lîsânî, Nami ve Serveri gibi Ermeni aşuğlar da bu kahvelerde okunan çeşitli şiirler, özellikle destanlar yazmışlardır.
Bazıları sadece ramazan aylarında açılır ya da sıradan kahvehane iken saz söz konulurdu. Bunlara, “çalgılı kahve” de denilmektir. Semai kahveleri, 20. yy’ın ilk çeyreğine kadar varlığını sürdürmüştür.
Semai kahvesi olarak işletilecek bir tulumbacı kahvesi yeniden düzenlenir, masalar ve iskemleler kaldırılarak yerlerine küçük hasır iskemleler konurdu. Duvarlar çoğu zaman yangın kuleleri, denizkızı, Kız Kulesi, balıkçı kayıkları, bir yangın ve bunları tamamlayan birkaç manzara resmi ile boyanır; kahve tavanına renkli kâğıtlardan güller, zincirler yapılırdı. Bu zincirlerin aralarından, adına “yeni dünya” denilen renkli cilalı yuvarlaklar geçirilerek, tavanın muhtelif yerlerinden sarkıtılırdı. Kahvenin içine girildiğinde ilk göze çarpan duvarlardan birine tulumbanın boru, fener, hortum, baskı kolları, kökün anahtarı ve gümüş kakma işlemeli kamçısından ibaret olan aksamı, yine renkli ve ince kurdelelerle süslenerek bir arma şeklinde düzenlenir: diğer duvarlarla birlikte kahve ocağı da yapma çiçeklerle süslenirdi. Çalgıcılara ait yer ise, çalgı sesinin her taraftan duyulabileceği ön köşelerden birinde hazırlanırdı. Çardak şeklinde ve yüksekçe olan bu yer de birtakım kâğıt çiçeklerle süslenirdi. Çalgıcılar, kalitelerine göre gecelik hesabına göre tutulur, bunlara önceden bir pey verilirdi. Rehine olarak da paydostan sonra çalgılar kahvenin duvarında asılı bırakılırdı.
kahveler Semai Kahvesi NedirRamazan ayında, semai kahvesinde ya da ramazan için çalgılı olarak yeniden düzenlenen herhangi bir kahvede özel bir program uygulanması gelenek haline gelmişti. Ramazanın ilk gecesi teravihten sonra oyun havaları, köçekçeler, şarkılar ve türkülerle açılırdı. Çığırtkan denen bir kişi, kahvenin herhangi bir köşesine önceden hazırladığı bir muamma asar ve ardından semai ya da divan tarzında bir hava okuyarak, ramazan boyunca sürecek olan âlemi başlatırdı. Müşterilere “hoş geldiniz” yollu bir-iki mani söyleyerek çalgılı kahvenin kimin tarafından açıldığını bildirirdi. Çığırtkan aynı zamanda meclisi idare etme görevini de üzerine alırdı.
Semai kahvelerinde en önemli simalar, bazı âşık tarzı türlerini okumakla ün kazanmış söyleyicilerdi ki bunlara “meydan şairi”, “taşlık şairi” de denirdi. Halk, meydan şairlerine büyük ilgi gösterirdi. Bu kişiler, gerçek âşık tipinden farklı vasıflara sahipti. Her şeyden önce herhangi bir çalgı çalmazlardı. Bununla birlikte irticalen söz söyleyebilme kabiliyetine sahip olanlar da vardı. Ayrıca, tulumbacılığa, özenenlerin ya da bu kahvehaneye eskiden beri devam edenlerin hafızalarında bile, yüzlerce çeşitli türde şiirler bulunurdu. Ancak, irticalen söyleyenlerin yanında, “usta malı” şiirler söyleyenlerin pek fazla önemi yoktu. Özellikle hazırlanmadan şiir söyleyenler kendi aralarında karşılıklı söz söylemeye dayanan bir çeşit yarışma yaparlardı ki buna “atışma” denirdi. Semai kahvelerinde meydan şairlerinin atışmaları, gecenin en heyecanlı bölümünü teşkil ederdi. Bu bölümde okuyucular birbirlerini mağlup etmeye çalışır, atışma sonunda mağlup olana “mat oldu” denkti.
Çalgıcıların görevi, öncelikle meydan şairlerinin faslı başlayana kadar, kahveye gelen müşterileri oyalamak ve eğlendirmekti. Kahve dolunca, mani havası ile manilere girilirdi. Maniler, irticalen okunur, zekâ ve beceri dolu sözlerle dinleyiciler zevkli dakikalar geçirirdi. Atışmalar da özellikle manilerle yapılırdı. “Adam aman” sözleriyle okunmaya başlanan maniler, çoğu zaman cinaslı olurdu.
Bir de “leb değmez” ve “noktasız” maniler vardı. Leb değmez okuyanların dudakları birbirine değmez, noktasız şiirde de Arap alfabesine göre noktası olmayan harfler seçilirdi. Önceden içinde dudak değmeyen harfler bulunan kelimelerle oluşturulan ve bir konu üzerinde düzenlenen leb değmez maniler her zaman söylenmez ve her şakin belleğinde de bulunmazdı. Şair bu tür manileri başı sıkıştığı zaman kullanmak üzere saklardı. Leb değmez maniler, “adam aman” yerine “leley-li laleyli” diye dudak değmeyen sözlerle başlardı.
Mani okuyan meydan şairi, maniden sonra semai, divan, koşma, destan gibi türlerden hangisini okumak isterse, parçanın ayağını saz takımından yine mani okuyarak isterdi. Maninin ardından, çoğu zaman koşma okunur, koşmayı semai takip ederdi. Semailer, “Efendim hû” sözleriyle okunmaya başlanır; sevgiliye sızlanma, sevgilinin güzellik ve meziyetlerini övme veya rakibin hicvedilmesi gibi konular bu türde işlenirdi. Sonra genellikle divanlara geçilk, yanık ve âşıkane sözlerle okunan divanları koşma tarzında destanlar takip ederdi. Ardından koşma tarzında okunan yıldızlar ve toplu olarak okunan kalenderiler gelirdi. Bunlardan başka âşık karşılaşmaları da yapılırdı. Saz takımları eğlence boyunca, bazı parçalar çalma yanında, meydan şairlerine de eşlik eder, hazır melodi kalıpları ve özellikle onların ayaklarını (ara nağme) çalarak yol gösterir ve zaman zaman da okuyucuları dinlendirirdi.
Eski “âşık kahvelerimin devamı gibi kabul edilen semai kahvelerine İstanbul’da yaşayan ya da yolu bu şehre düşen “âşıklar” da zaman zaman katılırlar ve bu meclislerde halkı eğlendirmeye çalışırlardı. Semai kahveleriyle tulumbacı kahvelerinde ün kazanan bazı meydan şairleri, eski âşık tarzını sürdüren tiplerdi. Her şeyden önce okudukları türler, okuyuş tarz ve biçimleri, eski âşık tarzının bir kalıntısı ve basitleştirilmiş bir şekliydi. Okuyucuların okuduğu havalar da, çoğunlukla âşık tarzıydı, ancak âşıklar yerine divan, destan, kalenderi, semai vb âşık tarzı türleri okumakla ünlenmiş şahsiyetler ve çöğür, bulgari, beş telli bağlama, altı telli bozuk, yedi telli yanık, tambura vb âşık çalgıları yerine klarnet, zurna, darbuka, dümbelek, zilli maşa, çifte nara gibi gürültülü çalgılarla okuyuculara eşlik eden ve daha çok kalıplaşmış ayaklar çalan çalgıcılar önem taşıyordu.
Gerek tulumbacı şairler ve gerekse semai kahveleri ile tulumbacı kahvelerinin müdavimi olan şairler irticalen okumakla şöhret kazanmış Üsküdarlı Vasıf Hoca (Vasıf Hiç), Mekteb-i Harbiye’den Emin Şah, Üsküdarlı Hakkı, Tıbbiyeli İsmail Hakkı, Haddehane’den Kulaksızlı Mustafa Refik, Defterdarlı Tulumbacı Çiroz Ali, sıbyan taburundan Şerafeddin, Zeytinburnulu Zil İzzet başta geliyordu. Ayrıca Perişan Halil, Kayıkçı İbrahim, Bekçi Ahmed, Arap Şükrü Reis, Galatalı İnce Arap gibi okul görmemiş olanlar da vardı.
Semai, mani, destan okuyanlar arasında Müslüman olmayanlar da vardır. Dolmacı Mihran, Üsküdarlı Karabet, Hanende Aleksan, Lavtacı Kör Civan, Hristo, Saka Karabet, Baladı Andon, Lavtacı Lambo, Balıkçı Agop, Tatavlalı Kör Yani bunlardan birkaçı idi. Bunlar arasında Serkis ile oğlu Mihran, Sarı Onnik, Hasköylü Hampar, Harabat Hacik ile Ovrik Efendi destan okumada sivrilmiş isimlerdir. 19. yy’ın son çeyreğinde yaşamış olan Bîdârî Lîsânî, Nami ve Serveri gibi Ermeni aşuğlar da bu kahvelerde okunan çeşitli şiirler, özellikle destanlar yazmışlardır.