Asrevya
Paylaşımcı Üye
- Katılım
- 30 Eyl 2023
- Mesajlar
- 1,532
- Tepki
- 43
Ebrâr ile hemhâl olayım diye günlerin ötesine geçtim
iki dirhem irademle bir ince mücâdele içinde,
sanırım ben tuz ile buz eyledim
ebrûlî vakitleri aklen ve fikren ve bilâistisna...
Bir hırka bir de sarık, kapanmış bir devrin izini sürmek benimkisi;
kula kulluğunu hatırlatan esrar mıdır yolumu kesen,
yoksa bu kula kul olunanın yolunu aydınlatmak mıdır Şiraze?
Seni sâkî-nâme’de karşıma çıkaran şerhsiz sâdeliğin kıvrımları, bir de kaydı
Tutulmamışların savruluşudur alevlere.
Bir yelkenli açıklardan geçerken devrilir,
bin kelâm hebâ olur da ulaşamaz müstesnâ raflarına o gizemli keşişler adasının.
Kim anar beni bin yıl sonra desem Şiraze,
böyle hassâs dokunuşlarla kelâmıma?
Zamanı kapattığımda üzerime,
kim duyacak benim soluğumu sürûr ile, şevk ile, ilm ile, ihsân ile, lûtf ile?...
Ey su güzeli!
tütsülendiğim Peştere'den, İset'in şûh güzelliğinden,
Beyaz Deniz üzerinden gel.
perestroyka'dan, intellijenti'den, pravda'dan gel.
dilersen dünyayı dört dön öyle gel.
her hâlini soyun da libâssız dilersen, dilersen arşa uzan da iştiyâksız gel.
gel de nasıl / nereden gelirsen gel.”
...
hâleliyim yine,
mevsim sonu kederi bu, ne soğuk ne sıcak tutumlar arası kararsızlık.
sanki bir şey düşecek üzerime çok yükseklerden,
sanki düşecek de, bir tereddüt dolanmış eylemine; hisler arası garîb bir karışıklık.
Bil ki Şiraze; benimkisi, çok yerde yapılmış bir tek yanlışlık.
Cihangir’de çeşme başında bir andı
ne ben sultân idim, ne o pâdişahtı
görüntü tamdı, sanki tamamdı... lâkin;
anlıktı
ara ara dırahşan bir tutumla yaklaşıyorum bozkırlarıma, insan sevmeyi de öğrenebiliyor nefret büyütmekten artık vazgeçip.
eninde sonunda Şiraze, insan değer biçemiyor tüm kaybettiklerine sagîr kebîr ayırmaksızın.
sonsuzca bir elemin içine düşmemek için bu yüzden,
ağırbaşlı bir eğilim eşliğinde,
ayrılık ağıtlarına hiç bulaşmadan ve yormadan bedenimi ve gözyaşını salıvermeden,
biraz durgun ve biraz soğuk belki,
törensel edâmı takınıp toprağa vermeliyim atîk olanı.
Gelecekseniz söyleyin,
gideyim.
Gelmeyecekseniz söyleyin,
beklemeyeyim.
uzun cümleler kurmak geçiyor içimden Şiraze,
noktalı virgülle bolca süslenmiş;
okuduğumda bir türlü sonuna varamayacağım.
sonra alabildiğine saydam şekiller çizip “evim” diye onlara yerleşmek istiyorum önüne geçemediği bir arzuyla;
bir kenarında çam, diğer yanında selviler boylanan.
duvarlarında derin çatlaklar, basamaklarında tamiri güç kırıklar, ahşap kirişlerinde her rüzgârda garip çatırtılar...
şimdi de aynı neşeyi ulaştırsa ve eskimese zaman ve eskimese hiçbir mekân ve eskimese ne varsa yaşanan.
sonsuzluğun kapısında durup beklemekteyim Şiraze,
yanımda hiçkimse; ama bir yığın yaşanmışlık;
çuvallar dolusu, bohçalar dolusu, sandıklar dolusu;
say ki çıfıt çarşısı:
kimi uçurum boylarında açan çiçekler;
adını “sen” koyduğum, rengini mora vurduğum, kokusunu “esans” diye sana sunduğum.
kimi teyzem kadar karîb, kimi annem kadar baîd;
bir beyaz kurdelem olsa saçıma bağlayacağım, düşmeyecek o vakit zülüf küçük kahve gözlerime ve benim satırlarım okunacak o kara lekede; ufak ufak.
kimi tasalı günlerin artığı, kimi en sorumsuzluğun mihmandarı...
yanlı yansız, hatta çoğu zaman yakışıksız, kırık ve bana tanık.
kimi gölgeli, kimi bana çokça öfkeli ve hatta kiminde özenli kenar süsleri...
.........................
biliyorum bu tükeniş mi, çırpınış mı, çabalayış mı;
mücâdele, muhârebe, mukatele ben yaşadıkça Şiraze, bitmeyecek...
Ş İ R A Z E
iki dirhem irademle bir ince mücâdele içinde,
sanırım ben tuz ile buz eyledim
ebrûlî vakitleri aklen ve fikren ve bilâistisna...
Bir hırka bir de sarık, kapanmış bir devrin izini sürmek benimkisi;
kula kulluğunu hatırlatan esrar mıdır yolumu kesen,
yoksa bu kula kul olunanın yolunu aydınlatmak mıdır Şiraze?
Seni sâkî-nâme’de karşıma çıkaran şerhsiz sâdeliğin kıvrımları, bir de kaydı
Tutulmamışların savruluşudur alevlere.
Bir yelkenli açıklardan geçerken devrilir,
bin kelâm hebâ olur da ulaşamaz müstesnâ raflarına o gizemli keşişler adasının.
Kim anar beni bin yıl sonra desem Şiraze,
böyle hassâs dokunuşlarla kelâmıma?
Zamanı kapattığımda üzerime,
kim duyacak benim soluğumu sürûr ile, şevk ile, ilm ile, ihsân ile, lûtf ile?...
Ey su güzeli!
tütsülendiğim Peştere'den, İset'in şûh güzelliğinden,
Beyaz Deniz üzerinden gel.
perestroyka'dan, intellijenti'den, pravda'dan gel.
dilersen dünyayı dört dön öyle gel.
her hâlini soyun da libâssız dilersen, dilersen arşa uzan da iştiyâksız gel.
gel de nasıl / nereden gelirsen gel.”
...
hâleliyim yine,
mevsim sonu kederi bu, ne soğuk ne sıcak tutumlar arası kararsızlık.
sanki bir şey düşecek üzerime çok yükseklerden,
sanki düşecek de, bir tereddüt dolanmış eylemine; hisler arası garîb bir karışıklık.
Bil ki Şiraze; benimkisi, çok yerde yapılmış bir tek yanlışlık.
Cihangir’de çeşme başında bir andı
ne ben sultân idim, ne o pâdişahtı
görüntü tamdı, sanki tamamdı... lâkin;
anlıktı
ara ara dırahşan bir tutumla yaklaşıyorum bozkırlarıma, insan sevmeyi de öğrenebiliyor nefret büyütmekten artık vazgeçip.
eninde sonunda Şiraze, insan değer biçemiyor tüm kaybettiklerine sagîr kebîr ayırmaksızın.
sonsuzca bir elemin içine düşmemek için bu yüzden,
ağırbaşlı bir eğilim eşliğinde,
ayrılık ağıtlarına hiç bulaşmadan ve yormadan bedenimi ve gözyaşını salıvermeden,
biraz durgun ve biraz soğuk belki,
törensel edâmı takınıp toprağa vermeliyim atîk olanı.
Gelecekseniz söyleyin,
gideyim.
Gelmeyecekseniz söyleyin,
beklemeyeyim.
uzun cümleler kurmak geçiyor içimden Şiraze,
noktalı virgülle bolca süslenmiş;
okuduğumda bir türlü sonuna varamayacağım.
sonra alabildiğine saydam şekiller çizip “evim” diye onlara yerleşmek istiyorum önüne geçemediği bir arzuyla;
bir kenarında çam, diğer yanında selviler boylanan.
duvarlarında derin çatlaklar, basamaklarında tamiri güç kırıklar, ahşap kirişlerinde her rüzgârda garip çatırtılar...
şimdi de aynı neşeyi ulaştırsa ve eskimese zaman ve eskimese hiçbir mekân ve eskimese ne varsa yaşanan.
sonsuzluğun kapısında durup beklemekteyim Şiraze,
yanımda hiçkimse; ama bir yığın yaşanmışlık;
çuvallar dolusu, bohçalar dolusu, sandıklar dolusu;
say ki çıfıt çarşısı:
kimi uçurum boylarında açan çiçekler;
adını “sen” koyduğum, rengini mora vurduğum, kokusunu “esans” diye sana sunduğum.
kimi teyzem kadar karîb, kimi annem kadar baîd;
bir beyaz kurdelem olsa saçıma bağlayacağım, düşmeyecek o vakit zülüf küçük kahve gözlerime ve benim satırlarım okunacak o kara lekede; ufak ufak.
kimi tasalı günlerin artığı, kimi en sorumsuzluğun mihmandarı...
yanlı yansız, hatta çoğu zaman yakışıksız, kırık ve bana tanık.
kimi gölgeli, kimi bana çokça öfkeli ve hatta kiminde özenli kenar süsleri...
.........................
biliyorum bu tükeniş mi, çırpınış mı, çabalayış mı;
mücâdele, muhârebe, mukatele ben yaşadıkça Şiraze, bitmeyecek...
Ş İ R A Z E