Asrevya
Paylaşımcı Üye
- Katılım
- 30 Eyl 2023
- Mesajlar
- 1,532
- Tepki
- 43
Mekke'de inmiştir, 42 (kırkiki) âyettir. Adını, yüzünü ekşitti, buruşturdu anlamına gelen ilk kelimesinden almıştır. Bu sûrenin iniş sebebiyle ilgili olarak şöyle bir hadise nakledilmiştir: Efendimiz; Velîd, Ümeyye b. Halef, Utbe b. Rabîa gibi Kureyş'in ileri gelenlerine İslâm'ı anlattığı bir sırada âmâ olan Abdullah b. Ümmü Mektum gelir ve Yâ Resûlallah! Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret der. O esnada Resûlullah (a. s. ) cevap vermez. Çünkü Kureyş'in bu ileri gelen kimseleri, zaten kendilerine özel muamele edilmesini istiyorlardı. Efendimiz onları gücendirmek istemedi. Abdullah tekrar seslenince elinde olmayarak yüz hatları değişti. Bu esnada onlar kalkıp gittiler. Biraz sonra bu âyetler geldi. Resûlullah'ın bazı davranışlarını tenkit ve onu ikaz mahiyetinde gelen bu ve benzeri âyetler, onun hak peygamber olduğuna en büyük delildir. Zira hiç kimse kendisini bu şekilde tenkit etmez.
عَبَسَ وَتَوَلَّى ﴿١﴾
1.Abese ve tevellâ.
Huzursuz oldu (yüzünü buruşturdu). Ve başını çevirdi (ilgilenmedi).
أَن جَاءهُ الْأَعْمَى ﴿٢﴾
2.En câehul a’mâ.
Âmâ olan bir kişinin ona gelmesi (sebebiyle).
وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى ﴿٣﴾
3.Ve mâ yudrîke leallehu yezzekkâ.
Ve sen bilemezsin, umulur ki böylece o tezkiye olur.
أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى ﴿٤﴾
4.Ev yezzekkeru fe tenfeahuz zikrâ.
Veya öğüt alır, böylece bu öğüt ona fayda verir.
أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى ﴿٥﴾
5.Emmâ menistagnâ.
Fakat kendini müstağni gören (bir şeye muhtaç olmadığını sanan) kimse.
فَأَنتَ لَهُ تَصَدَّى ﴿٦﴾
6.Fe ente lehu tesaddâ.
Oysa sen, ona yöneliyorsun.
وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى ﴿٧﴾
7.Ve mâ aleyke ellâ yezzekkâ.
Ve onun tezkiye olmamasında, senin üzerinde bir sorumluluk yoktur.
وَأَمَّا مَن جَاءكَ يَسْعَى ﴿٨﴾
8.Ve emmâ men câeke yes’â.
Halbuki sana koşarak gelen kimse.
وَهُوَ يَخْشَى ﴿٩﴾
9.Ve huve yahşâ.
Ve o huşû duyuyor.
فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّى ﴿١٠﴾
10.Fe ente anhu telehhâ.
Oysa sen, onunla ilgilenmiyorsun.
كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ ﴿١١﴾
11.Kellâ innehâ tezkiratun.
Hayır, muhakkak ki O (Kur’ân), bir Zikir’dir (Öğüt’tür).
فَمَن شَاء ذَكَرَهُ ﴿١٢﴾
12.Fe men şâe zekerahu.
Artık dileyen kimse, O’nu zikreder (O’ndan öğüt alır).
فِي صُحُفٍ مُّكَرَّمَةٍ ﴿١٣﴾
13.Fî suhufin mukerrametin.
O (Kur’ân), mükerrem (şerefli) sayfalardadır.
مَّرْفُوعَةٍ مُّطَهَّرَةٍ ﴿١٤﴾
14.Merfûatin mutahheratin.
Yüceltilmiş, mutahhar kılınmış (sayfalardadır).
بِأَيْدِي سَفَرَةٍ ﴿١٥﴾
15.Bi eydî seferatin.
Sefirlerin (kâtiplerin) elleri ile.
كِرَامٍ بَرَرَةٍ ﴿١٦﴾
16.Kirâmin beraratin.
Kerim olan sadıkların (elleri ile yazılmıştır).
قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ ﴿١٧﴾
17.Kutilel insânu mâ ekferahu.
İnsan kahroldu (Allah’ın Rahmeti’nden kovularak kendini mahvetti), o ne kadar çok nankör.
مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ ﴿١٨﴾
18.Min eyyi şey’in halakahu.
(Allah) onu hangi şeyden yarattı?
مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ ﴿١٩﴾
19.Min nutfetin, halakahu fe kadderahu.
Nutfeden (bir damladan onu yarattı), sonra da ona kader tayin etti (gelişimini (DNA’larını) programladı ve ömür tayin etti).
ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ ﴿٢٠﴾
20.Summes sebîle yesserahu.
Sonra yolu ona kolaylaştırdı.
ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ ﴿٢١﴾
21.Summe emâtehu fe akberahu.
Sonra onu öldürdü, böylece onu kabire koydurdu.
ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ ﴿٢٢﴾
22.Summe izâ şâe enşerahu.
Sonra onu dilediği zaman neşredecek (diriltecek).
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ ﴿٢٣﴾
23.Kellâ lemmâ yakdı mâ emerahu.
Hayır, (insan Allah’ın) ona emrettiği şeyi kada etmedi (yerine getirmedi).
فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ ﴿٢٤﴾
24.Felyanzuril insânu ilâ taâmihî.
İşte insan yemeğine baksın.
أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبًّا ﴿٢٥﴾
25.Ennâ sabebnâl mâe sabbâ(sabben).
Biz, suyu nasıl akıttıkça akıttık.
ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا ﴿٢٦﴾
26.Summe şekaknâl arda şekkâ(şekkan).
Sonra yeri öyle bir yarışla yardık ki.
فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا ﴿٢٧﴾
27.Fe enbetnâ fîhâ habbâ(habben).
Böylece orada taneler yetiştirdik.
وَعِنَبًا وَقَضْبًا ﴿٢٨﴾
28.Ve ineben ve kadben.
Ve üzümler ve yoncalar.
وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا ﴿٢٩﴾
29.Ve zeytûnen ve nahlen.
Ve zeytinler ve hurmalar.
وَحَدَائِقَ غُلْبًا ﴿٣٠﴾
30.Ve hadâika gulbâ(gulben).
Ve ağaçları iç içe olmuş (dalları birbirine girmiş) bahçeler.
وَفَاكِهَةً وَأَبًّا ﴿٣١﴾
31.Ve fâkiheten ve ebbâ(ebben).
Ve meyveler ve mer’alar (otlaklar).
مَّتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٢﴾
32.Metâan lekum ve li en’âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için).
فَإِذَا جَاءتِ الصَّاخَّةُ ﴿٣٣﴾
33.Fe izâ câetis sâhhatu.
Fakat o sahha (sağır edici büyük gürleme) geldiği zaman.
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ ﴿٣٤﴾
34.Yevme yefirrul mer’u min ahîhi.
O gün kişi kardeşinden kaçar.
وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ ﴿٣٥﴾
35.Ve ummihî ve ebîhi.
Ve annesinden ve babasından.
وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ ﴿٣٦﴾
36.Ve sâhıbetihî ve benîhi.
Ve eşinden ve oğlundan (kaçar).
لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ ﴿٣٧﴾
37.Li kullimriin minhum yevme izin şe’nun yugnîhi.
Onların hepsinin, o gün (izin günü), kendilerini meşgul eden bir şe’ni (işi başından aşan bir hali) vardır.
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ ﴿٣٨﴾
38.Vucûhun yevme izin musfiratun.
O gün (izin günü) parlayan yüzler vardır.
ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ ﴿٣٩﴾
39.Dâhıketun mustebşiratun.
Müjdelenmiş gülen yüzler (vardır).
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ ﴿٤٠﴾
40.Ve vucûhun yevme izin aleyhâ gaberatun.
Ve o gün (izin günü), üzeri tozlu (toza toprağa bulanmış) yüzler vardır.
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ ﴿٤١﴾
41.Terhekuhâ kateratun.
Onu bir karanlık kaplar.
أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ ﴿٤٢﴾
42.Ulâike humul keferatul feceratu.
İşte onlar, onlar kâfirdir, facirdir.
عَبَسَ وَتَوَلَّى ﴿١﴾
1.Abese ve tevellâ.
Huzursuz oldu (yüzünü buruşturdu). Ve başını çevirdi (ilgilenmedi).
أَن جَاءهُ الْأَعْمَى ﴿٢﴾
2.En câehul a’mâ.
Âmâ olan bir kişinin ona gelmesi (sebebiyle).
وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى ﴿٣﴾
3.Ve mâ yudrîke leallehu yezzekkâ.
Ve sen bilemezsin, umulur ki böylece o tezkiye olur.
أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ الذِّكْرَى ﴿٤﴾
4.Ev yezzekkeru fe tenfeahuz zikrâ.
Veya öğüt alır, böylece bu öğüt ona fayda verir.
أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى ﴿٥﴾
5.Emmâ menistagnâ.
Fakat kendini müstağni gören (bir şeye muhtaç olmadığını sanan) kimse.
فَأَنتَ لَهُ تَصَدَّى ﴿٦﴾
6.Fe ente lehu tesaddâ.
Oysa sen, ona yöneliyorsun.
وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّى ﴿٧﴾
7.Ve mâ aleyke ellâ yezzekkâ.
Ve onun tezkiye olmamasında, senin üzerinde bir sorumluluk yoktur.
وَأَمَّا مَن جَاءكَ يَسْعَى ﴿٨﴾
8.Ve emmâ men câeke yes’â.
Halbuki sana koşarak gelen kimse.
وَهُوَ يَخْشَى ﴿٩﴾
9.Ve huve yahşâ.
Ve o huşû duyuyor.
فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّى ﴿١٠﴾
10.Fe ente anhu telehhâ.
Oysa sen, onunla ilgilenmiyorsun.
كَلَّا إِنَّهَا تَذْكِرَةٌ ﴿١١﴾
11.Kellâ innehâ tezkiratun.
Hayır, muhakkak ki O (Kur’ân), bir Zikir’dir (Öğüt’tür).
فَمَن شَاء ذَكَرَهُ ﴿١٢﴾
12.Fe men şâe zekerahu.
Artık dileyen kimse, O’nu zikreder (O’ndan öğüt alır).
فِي صُحُفٍ مُّكَرَّمَةٍ ﴿١٣﴾
13.Fî suhufin mukerrametin.
O (Kur’ân), mükerrem (şerefli) sayfalardadır.
مَّرْفُوعَةٍ مُّطَهَّرَةٍ ﴿١٤﴾
14.Merfûatin mutahheratin.
Yüceltilmiş, mutahhar kılınmış (sayfalardadır).
بِأَيْدِي سَفَرَةٍ ﴿١٥﴾
15.Bi eydî seferatin.
Sefirlerin (kâtiplerin) elleri ile.
كِرَامٍ بَرَرَةٍ ﴿١٦﴾
16.Kirâmin beraratin.
Kerim olan sadıkların (elleri ile yazılmıştır).
قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ ﴿١٧﴾
17.Kutilel insânu mâ ekferahu.
İnsan kahroldu (Allah’ın Rahmeti’nden kovularak kendini mahvetti), o ne kadar çok nankör.
مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ ﴿١٨﴾
18.Min eyyi şey’in halakahu.
(Allah) onu hangi şeyden yarattı?
مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ ﴿١٩﴾
19.Min nutfetin, halakahu fe kadderahu.
Nutfeden (bir damladan onu yarattı), sonra da ona kader tayin etti (gelişimini (DNA’larını) programladı ve ömür tayin etti).
ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ ﴿٢٠﴾
20.Summes sebîle yesserahu.
Sonra yolu ona kolaylaştırdı.
ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ ﴿٢١﴾
21.Summe emâtehu fe akberahu.
Sonra onu öldürdü, böylece onu kabire koydurdu.
ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ ﴿٢٢﴾
22.Summe izâ şâe enşerahu.
Sonra onu dilediği zaman neşredecek (diriltecek).
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ ﴿٢٣﴾
23.Kellâ lemmâ yakdı mâ emerahu.
Hayır, (insan Allah’ın) ona emrettiği şeyi kada etmedi (yerine getirmedi).
فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ ﴿٢٤﴾
24.Felyanzuril insânu ilâ taâmihî.
İşte insan yemeğine baksın.
أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبًّا ﴿٢٥﴾
25.Ennâ sabebnâl mâe sabbâ(sabben).
Biz, suyu nasıl akıttıkça akıttık.
ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقًّا ﴿٢٦﴾
26.Summe şekaknâl arda şekkâ(şekkan).
Sonra yeri öyle bir yarışla yardık ki.
فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا ﴿٢٧﴾
27.Fe enbetnâ fîhâ habbâ(habben).
Böylece orada taneler yetiştirdik.
وَعِنَبًا وَقَضْبًا ﴿٢٨﴾
28.Ve ineben ve kadben.
Ve üzümler ve yoncalar.
وَزَيْتُونًا وَنَخْلًا ﴿٢٩﴾
29.Ve zeytûnen ve nahlen.
Ve zeytinler ve hurmalar.
وَحَدَائِقَ غُلْبًا ﴿٣٠﴾
30.Ve hadâika gulbâ(gulben).
Ve ağaçları iç içe olmuş (dalları birbirine girmiş) bahçeler.
وَفَاكِهَةً وَأَبًّا ﴿٣١﴾
31.Ve fâkiheten ve ebbâ(ebben).
Ve meyveler ve mer’alar (otlaklar).
مَّتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٢﴾
32.Metâan lekum ve li en’âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için).
فَإِذَا جَاءتِ الصَّاخَّةُ ﴿٣٣﴾
33.Fe izâ câetis sâhhatu.
Fakat o sahha (sağır edici büyük gürleme) geldiği zaman.
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ ﴿٣٤﴾
34.Yevme yefirrul mer’u min ahîhi.
O gün kişi kardeşinden kaçar.
وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ ﴿٣٥﴾
35.Ve ummihî ve ebîhi.
Ve annesinden ve babasından.
وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ ﴿٣٦﴾
36.Ve sâhıbetihî ve benîhi.
Ve eşinden ve oğlundan (kaçar).
لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ ﴿٣٧﴾
37.Li kullimriin minhum yevme izin şe’nun yugnîhi.
Onların hepsinin, o gün (izin günü), kendilerini meşgul eden bir şe’ni (işi başından aşan bir hali) vardır.
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُّسْفِرَةٌ ﴿٣٨﴾
38.Vucûhun yevme izin musfiratun.
O gün (izin günü) parlayan yüzler vardır.
ضَاحِكَةٌ مُّسْتَبْشِرَةٌ ﴿٣٩﴾
39.Dâhıketun mustebşiratun.
Müjdelenmiş gülen yüzler (vardır).
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ ﴿٤٠﴾
40.Ve vucûhun yevme izin aleyhâ gaberatun.
Ve o gün (izin günü), üzeri tozlu (toza toprağa bulanmış) yüzler vardır.
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ ﴿٤١﴾
41.Terhekuhâ kateratun.
Onu bir karanlık kaplar.
أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ ﴿٤٢﴾
42.Ulâike humul keferatul feceratu.
İşte onlar, onlar kâfirdir, facirdir.