Asrevya
Paylaşımcı Üye
- Katılım
- 30 Eyl 2023
- Mesajlar
- 1,532
- Tepki
- 43
Nebe' sûresinden sonra Mekke'de inmiştir; 46 (kırkaltı) âyettir. Adını, söküp çıkaranlar manasına gelen nâziât kelimesinden alır. Ana fikir olarak kıyameti konu edinir. Cenab-ı Allah, sûrenin başında, kendilerini, ilk beş âyette belirtilen güç ve melekelerle donattığı varlıklara yemin etmektedir.
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا ﴿١﴾
1.Ven nâziâti garkâ(garkan).
Dalarak kuvvetle (söke söke) çekip alanlara andolsun.
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا ﴿٢﴾
2.Ven nâşitâti neştâ(neştan).
Yumuşaklıkla (incitmeden) çekip çıkaranlara andolsun.
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا ﴿٣﴾
3.Ves sâbihâti sebhâ(sebhan).
Yüzdükçe yüzenlere (akarak gidenlere) andolsun.
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا ﴿٤﴾
4.Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).
Ve de yarışarak öne geçenlere (andolsun).
فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا ﴿٥﴾
5.Fel mudebbirâti emrâ(emren).
Ve de emirle (işleri) tedbir edenlere (emri yerine getirip idare edenlere) (andolsun).
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ ﴿٦﴾
6.Yevme tercufur râcifetu.
O gün, sarsan sarsacak.
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ ﴿٧﴾
7.Tetbeuhâr râdifetu.
Arkasından gelen (ikinci sarsıntı), onu (1. sarsıntıyı) takip edecek.
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ ﴿٨﴾
8.Kulûbun yevme izin vâcifetun.
İzin günü kalpler (dehşetten) şiddetle çarpacaktır.
أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ ﴿٩﴾
9.Ebsâruhâ hâşiatun.
Onların bakışları korkudan zillet içindedir.
يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ ﴿١٠﴾
10.Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfirati.
Derler ki: “Gerçekten biz mutlaka (mezardaki cesetlerimiz dirilerek) ilk halimize geri döndürülen kimseler mi olacağız?”
أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا نَّخِرَةً ﴿١١﴾
11.E izâ kunnâ izâmen nahıraten.
Biz çürümüş, dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?
قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ ﴿١٢﴾
12.Kâlû tilke izen kerratun hâsiratun.
Dediler ki: “O zaman bu (dönüş, diriliş), hüsranlı bir dönüştür.”
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ ﴿١٣﴾
13.Fe innemâ hiye zecratun vâhıdetun.
Halbuki o (diriliş) sadece tek bir sayhadır.
فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ ﴿١٤﴾
14.Fe izâ hum bis sâhirati.
İşte o zaman onlar yerin (toprağın) üstündedirler.
هَلْ أتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى ﴿١٥﴾
15.Hel etâke hadîsu mûsâ.
Sana Musa (A.S)’ın kıssası geldi mi?
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿١٦﴾
16.İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Rabbi ona kutsal vadi Tuva’da nida etmişti (seslenmişti).
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى ﴿١٧﴾
17.İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna git, muhakkak ki o azdı.
فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَى أَن تَزَكَّى ﴿١٨﴾
18.Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
Ve de ona de ki: “Sen tezkiye olmak (nefsini temizlemek) ister misin?”
وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى ﴿١٩﴾
19.Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol.
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى ﴿٢٠﴾
20.Fe erâhul âyetel kubrâ.
Bundan sonra ona büyük mucize gösterdi.
فَكَذَّبَ وَعَصَى ﴿٢١﴾
21.Fe kezzebe ve asâ.
Fakat o (firavun) yalanladı ve isyan etti (asi oldu).
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى ﴿٢٢﴾
22.Summe edbera yes’â.
Sonra koşarak arkasını döndü.
فَحَشَرَ فَنَادَى ﴿٢٣﴾
23.Fe haşera fe nâdâ.
Hemen (kavmini) topladı, sonra da (onlara) nida etti (seslendi).
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى ﴿٢٤﴾
24.Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى ﴿٢٥﴾
25.Fe ehazehullâhu nekâlel âhırati vel ûlâ.
Bunun üzerine Allah, onu dünya ve ahiret azabıyla ahzetti (yakalayıp helâk etti).
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى ﴿٢٦﴾
26.İnne fî zâlike le ıbraten li men yahşâ.
Muhakkak ki bunda, korkan kimse için elbette ibret vardır.
أَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاء بَنَاهَا ﴿٢٧﴾
27.E entum eşeddu halkan emis semâu, benâhâ.
Yaratma bakımından siz mi yoksa bina ettiği sema mı daha kuvvetli? (Sizi yaratmak mı yoksa bina ettiği semayı mı yaratmak daha zor?)
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا ﴿٢٨﴾
28.Rafea semkehâ fe sevvâhâ.
Onun (semanın) tavanını yükseltti (yüksekliğini artırdı). Sonra da onu sevva etti (dizayn edip düzenledi).
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا ﴿٢٩﴾
29.Ve agtaşe leylehâ ve ahrace duhâhâ.
Ve onun gecesini kararttı ve onun duhasını (aydınlığını ortaya) çıkardı.
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا ﴿٣٠﴾
30.Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
Ve arz, bundan sonra da onu yayıp döşedi.
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءهَا وَمَرْعَاهَا ﴿٣١﴾
31.Ahrace minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
Ondan (yerden), onun suyunu ve merasını (yeşilliğini, otlağını) çıkardı.
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا ﴿٣٢﴾
32.Vel cibâle ersâhâ.
Ve dağlar, ona (yeryüzüne), onları muhkem (sağlam) olarak yerleştirdi.
مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٣﴾
33.Metâan lekum ve li en‘âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için).
فَإِذَا جَاءتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى ﴿٣٤﴾
34.Fe izâ câetit tâmmetul kubrâ.
Fakat o büyük (dayanılmaz) musîbet (kıyâmet vakti) geldiği zaman.
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ مَا سَعَى ﴿٣٥﴾
35.Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ.
O gün insan ne için çalıştığını (ne yaptığını) tezekkür eder (düşünür).
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَن يَرَى ﴿٣٦﴾
36.Ve burrizetil cahîmu li men yerâ.
Ve alevli ateş (cehennem), onu görecek olan kimseye açıkça gösterilmiştir.
فَأَمَّا مَن طَغَى ﴿٣٧﴾
37.Fe emmâ men tagâ.
Fakat, artık kim taşkınlık etmiş (haddi aşmış) ise.
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٣٨﴾
38.Ve âseral hayâted dunyâ.
Ve dünya hayatını tercih etmiş ise.
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿٣٩﴾
39.Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki alevli ateş (cehennem), o, barınacak yerdir.
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى ﴿٤٠﴾
40.Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehân nefse anil hevâ.
Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine uymamışsa).
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿٤١﴾
41.Fe innel cennete hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki cennet, o, barınacak yerdir.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ﴿٤٢﴾
42.Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
Sana o saatten (kıyâmetten) soruyorlar: “Onun vukuu ne zaman?”
فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَاهَا ﴿٤٣﴾
43.Fîme ente min zikrâhâ.
Sende onun zikrinden (başka) ne var (onun beyanından başka bir bilgin yoktur).
إِلَى رَبِّكَ مُنتَهَاهَا ﴿٤٤﴾
44.İlâ rabbike muntehâhâ.
Onun sonu, Rabbinedir.
إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا ﴿٤٥﴾
45.İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.
Sen sadece, O’na huşû duyan, O’ndan korkanlar için bir uyarıcısın.
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا ﴿٤٦﴾
46.Ke ennehum yevme yeravnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
Sanki onlar, onu (kıyâmeti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya kuşluk vaktinden başka (zamanları) kalmamış gibi olurlar.
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا ﴿١﴾
1.Ven nâziâti garkâ(garkan).
Dalarak kuvvetle (söke söke) çekip alanlara andolsun.
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا ﴿٢﴾
2.Ven nâşitâti neştâ(neştan).
Yumuşaklıkla (incitmeden) çekip çıkaranlara andolsun.
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا ﴿٣﴾
3.Ves sâbihâti sebhâ(sebhan).
Yüzdükçe yüzenlere (akarak gidenlere) andolsun.
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا ﴿٤﴾
4.Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).
Ve de yarışarak öne geçenlere (andolsun).
فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا ﴿٥﴾
5.Fel mudebbirâti emrâ(emren).
Ve de emirle (işleri) tedbir edenlere (emri yerine getirip idare edenlere) (andolsun).
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ ﴿٦﴾
6.Yevme tercufur râcifetu.
O gün, sarsan sarsacak.
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ ﴿٧﴾
7.Tetbeuhâr râdifetu.
Arkasından gelen (ikinci sarsıntı), onu (1. sarsıntıyı) takip edecek.
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ ﴿٨﴾
8.Kulûbun yevme izin vâcifetun.
İzin günü kalpler (dehşetten) şiddetle çarpacaktır.
أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ ﴿٩﴾
9.Ebsâruhâ hâşiatun.
Onların bakışları korkudan zillet içindedir.
يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ ﴿١٠﴾
10.Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfirati.
Derler ki: “Gerçekten biz mutlaka (mezardaki cesetlerimiz dirilerek) ilk halimize geri döndürülen kimseler mi olacağız?”
أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا نَّخِرَةً ﴿١١﴾
11.E izâ kunnâ izâmen nahıraten.
Biz çürümüş, dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?
قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ ﴿١٢﴾
12.Kâlû tilke izen kerratun hâsiratun.
Dediler ki: “O zaman bu (dönüş, diriliş), hüsranlı bir dönüştür.”
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ ﴿١٣﴾
13.Fe innemâ hiye zecratun vâhıdetun.
Halbuki o (diriliş) sadece tek bir sayhadır.
فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ ﴿١٤﴾
14.Fe izâ hum bis sâhirati.
İşte o zaman onlar yerin (toprağın) üstündedirler.
هَلْ أتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى ﴿١٥﴾
15.Hel etâke hadîsu mûsâ.
Sana Musa (A.S)’ın kıssası geldi mi?
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى ﴿١٦﴾
16.İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Rabbi ona kutsal vadi Tuva’da nida etmişti (seslenmişti).
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى ﴿١٧﴾
17.İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna git, muhakkak ki o azdı.
فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَى أَن تَزَكَّى ﴿١٨﴾
18.Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
Ve de ona de ki: “Sen tezkiye olmak (nefsini temizlemek) ister misin?”
وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى ﴿١٩﴾
19.Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
Ve: “Seni Rabbine ulaştırayım (hidayete erdireyim).” de. Böylece huşû sahibi ol.
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى ﴿٢٠﴾
20.Fe erâhul âyetel kubrâ.
Bundan sonra ona büyük mucize gösterdi.
فَكَذَّبَ وَعَصَى ﴿٢١﴾
21.Fe kezzebe ve asâ.
Fakat o (firavun) yalanladı ve isyan etti (asi oldu).
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى ﴿٢٢﴾
22.Summe edbera yes’â.
Sonra koşarak arkasını döndü.
فَحَشَرَ فَنَادَى ﴿٢٣﴾
23.Fe haşera fe nâdâ.
Hemen (kavmini) topladı, sonra da (onlara) nida etti (seslendi).
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى ﴿٢٤﴾
24.Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى ﴿٢٥﴾
25.Fe ehazehullâhu nekâlel âhırati vel ûlâ.
Bunun üzerine Allah, onu dünya ve ahiret azabıyla ahzetti (yakalayıp helâk etti).
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى ﴿٢٦﴾
26.İnne fî zâlike le ıbraten li men yahşâ.
Muhakkak ki bunda, korkan kimse için elbette ibret vardır.
أَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاء بَنَاهَا ﴿٢٧﴾
27.E entum eşeddu halkan emis semâu, benâhâ.
Yaratma bakımından siz mi yoksa bina ettiği sema mı daha kuvvetli? (Sizi yaratmak mı yoksa bina ettiği semayı mı yaratmak daha zor?)
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا ﴿٢٨﴾
28.Rafea semkehâ fe sevvâhâ.
Onun (semanın) tavanını yükseltti (yüksekliğini artırdı). Sonra da onu sevva etti (dizayn edip düzenledi).
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا ﴿٢٩﴾
29.Ve agtaşe leylehâ ve ahrace duhâhâ.
Ve onun gecesini kararttı ve onun duhasını (aydınlığını ortaya) çıkardı.
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا ﴿٣٠﴾
30.Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
Ve arz, bundan sonra da onu yayıp döşedi.
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءهَا وَمَرْعَاهَا ﴿٣١﴾
31.Ahrace minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
Ondan (yerden), onun suyunu ve merasını (yeşilliğini, otlağını) çıkardı.
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا ﴿٣٢﴾
32.Vel cibâle ersâhâ.
Ve dağlar, ona (yeryüzüne), onları muhkem (sağlam) olarak yerleştirdi.
مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ ﴿٣٣﴾
33.Metâan lekum ve li en‘âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için meta olarak (faydalanmanız için).
فَإِذَا جَاءتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى ﴿٣٤﴾
34.Fe izâ câetit tâmmetul kubrâ.
Fakat o büyük (dayanılmaz) musîbet (kıyâmet vakti) geldiği zaman.
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ مَا سَعَى ﴿٣٥﴾
35.Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ.
O gün insan ne için çalıştığını (ne yaptığını) tezekkür eder (düşünür).
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَن يَرَى ﴿٣٦﴾
36.Ve burrizetil cahîmu li men yerâ.
Ve alevli ateş (cehennem), onu görecek olan kimseye açıkça gösterilmiştir.
فَأَمَّا مَن طَغَى ﴿٣٧﴾
37.Fe emmâ men tagâ.
Fakat, artık kim taşkınlık etmiş (haddi aşmış) ise.
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿٣٨﴾
38.Ve âseral hayâted dunyâ.
Ve dünya hayatını tercih etmiş ise.
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿٣٩﴾
39.Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki alevli ateş (cehennem), o, barınacak yerdir.
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى ﴿٤٠﴾
40.Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehân nefse anil hevâ.
Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine uymamışsa).
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى ﴿٤١﴾
41.Fe innel cennete hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki cennet, o, barınacak yerdir.
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ﴿٤٢﴾
42.Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
Sana o saatten (kıyâmetten) soruyorlar: “Onun vukuu ne zaman?”
فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَاهَا ﴿٤٣﴾
43.Fîme ente min zikrâhâ.
Sende onun zikrinden (başka) ne var (onun beyanından başka bir bilgin yoktur).
إِلَى رَبِّكَ مُنتَهَاهَا ﴿٤٤﴾
44.İlâ rabbike muntehâhâ.
Onun sonu, Rabbinedir.
إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا ﴿٤٥﴾
45.İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.
Sen sadece, O’na huşû duyan, O’ndan korkanlar için bir uyarıcısın.
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا ﴿٤٦﴾
46.Ke ennehum yevme yeravnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
Sanki onlar, onu (kıyâmeti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya kuşluk vaktinden başka (zamanları) kalmamış gibi olurlar.